19 Nisan 2012 Perşembe

Temizlik...


Çamaşır suyu, krem ovucu, kokulu yüzey temizleyicilerden bahsetmiyorum.

Zihnimiz, bedenimiz, ruhumuz için temizlik yapmaktan bahsediyorum. Biraz kendi kendimize kalarak, günlük koşuşturmaya ara vererek, sadece 5 dakika ayırıp, sessiz, sakin bir köşede gözümüzü kapatıp ilkönce bulunduğumuz mekana geliyoruz duygu olarak.

Mekanı farkettikten sonra oturduğumuzu farkedip, mindere, koltuğa, sandalyeye ya da her neresiyse oraya değen yerlerimizi anlıyoruz. Bacaklarımız, sırtımız, kalçamız, ayaklarımız. Nasıl hissediyoruz?

Sonra nefesimize odaklanıyoruz. Alma-verme dengesinin ne kadar müthiş bir şekilde kendi kendine nasıl işlediğine hep şaşmış ve şükretmişimdir.

Yükselme-inme...
Yükselme-inme...
Yükselme-inme...

Sonra zihnimizden ne geçiyorsa kendimizi kalite kontrol elemanı gibi çalıştırarak o geçenleri engellemeden, onlara takılmadan, yürüyen banda koyarak etiketi yapıştırıp gönderiyoruz.

Sinirliysek kendimize sinirlenme demiyoruz.

Mutluysak o duyguya yapışmıyoruz. Etiketliyoruz, banda koyuyor, gönderiyoruz.

Kuşlar mı cıvıldıyor duyma diyoruz, karnımız mı gurulduyor acıkma diyoruz. Ne yesem diye düşünüp, plan yapıyorsak planlama diyoruz. İçimizden tabii ki.

Tamamen sessiz ve gözlerimiz kapalı bunu yapabildiğimiz kadar yapıyoruz. Hele birkaç gün üstüste yapabiliyorsak ne ala.

Deneyin bakalım neler oluyor?

Etiketler: , , , ,

10 Nisan 2012 Salı

Meral Okay: "Aşk bir sızma halidir"



Meral Okay, "Ben derdim ki, 'Tanrım, bu adam ne zaman yorulacak!..' diye. Meğer acelesi varmış..." diye seslendiği eşine kavuştu.

İşte Okay'ın, Yaman Okay'la yaşadığı aşkı ve aşk hakkındaki düşüncelerini anlattığı yazısı...

"Yaman benim eski arkadaşımdı... O, Ankara Sanat Tiyatrosu'nda oyuncuydu, ben de Ankara'da yaşayan bir öğrenciydim.

O zamanların Ankara'sı, herkesin birbirini tanıdığı ve belirli yerlerde toplandığı bir yerdi. 70'li yıllardı ve kültür tüketicileri birbirlerini bir şekilde sıkça görürlerdi.

Bizim müşterek arkadaşlarımız vardı, bunların başında Rutkay Aziz gelir. Rutkay'la siyaseten de bir aradaydım, Türkiye İşçi Partili'ydim ben.

O yılların derli toplu Ankara'sında sık sık görüşme şansımız olurdu. Yaman'la tanışmamız o yıllardır; fakat aşık olmamız daha sonraya rastlar.

O sinemaya 'Sürü' filmi ile geçince İstanbul'a gelmişti, ben de daha sonra İstanbul'a geldim. O eski bir Ankaralı olarak bana sahip çıkmaya kalktı; Ankaralıların böyle bir derdi de vardır.

Biz, başımıza aşkın taşının düştüğünü bir mevsim geçtikten sonra fark ettik. Bir gün evi düzenlerken fark ettim. Bir de baktım ki, benden çok Yaman'ın eşyaları var. Küçük küçük poşetlerle sızmıştı. Aşk bir sızma hâlidir.

Ben Ankara'dan örselenmiş ve kırılmış bir kalple gelmiştim. Yaman çok tutkulu ve sabırlı bir adamdı, bir de baktım kalp ağrımdan eser kalmamış. Yani taş düşmüştü ama adını koymamız için bir mevsim geçmesi gerekti.

Yaman, o kadar temiz bir adamdı ki, ona kızamazdınız. Bir o kadar da yiğitti. Ben Yaman'ı hep bir lunaparka benzetirim. Onunla yaşamak bir lunaparkta yaşamak gibiydi. Bir yandan bütün cümbüşü, pırıltısı, eğlencesi ve sürprizleri, öte yandan yüreğinizin ağzınıza geldiği anlarıyla tam bir lunapark gibiydi.

Üstelik ben bir Ankaralı olduğum, üstüne üstlük bir subay kızı olduğum için, bir yanımla derli toplu, diğer yanımla despot falan bir kızdım. Yaman bir gün bana, benim taklidimi yaptı; her şeyi net olarak alt alta sıralamamı, emir kipiyle konuşmamı, 'canımın içi' derken bile bazen tonlamamdan dolayı 'Hadi canım!' anlamı çıkabileceğini falan gördüm.

Bu, bir oyuncuyla birlikte olmanın hem avantajı, hem dezavantajıydı. Bunu Yaman'ın aynasında görünce, 'Aaa çok fena bir şeymişim!' dedim. Ee bu aynayı tutan eğer pırıltılı ve doğru bir adamsa, dönüştürücü de oluyor. 'Benimle o garnizon sesiyle konuşma' derdi.

Yaman, çok renkli ve heyecanlı bir adamdı. Ben derdim ki; 'Tanrım, bu adam ne zaman yorulacak!' diye. Meğer acelesi varmış... Her şeyi o kadar yoğun, hızlı ve çoşkulu yaşıyor ve yaşatıyordu ki büyüleyici bir şeydi bu.

Her şeyi hızlı yaşardı, hızlı yemek yerdi, hızlı içki içerdi, bir proje söz konusu olduğunda hızına yetişemezdiniz. Bir gece arkadaşlarla yemekteyken sabah kahvaltısını Bodrum Türkbükü'ndeki evimizde yapmaya karar vermesiyle kendimizi yollarda bulmamız bir olurdu. Bazen düşününce dehşete kapılıyorum, demek ki acelesi varmış diyorum. Kısa bir ömre, birkaç kişilik bir hayat sığdırdı.

Bizim Yaman'la tarihe kayıt olarak düşeceğim hiçbir kavgamız olmadı. O, kalbini insanlara açarken de, onlara güvenirken de çok hızlıydı ve kırılması da doğal olarak aynı hızla olabiliyordu. Aktörlerin kalbi camdandır. Çok çocuk, çok bebektirler. Belki de bunu çok yakından gördüğüm için ben daha dikkatli davranırdım. Belki de tek sürtüşmemiz onu kıranlara karşı olan tutumumdan olmuştur.

Ben köşeleri çok olan bir insandım; Yaman beni eğitti. O hüzünleri ironik bir neşeye çevirebilme ustasıydı. Bu yönüyle de bakınca gam kasavetten çok çabuk çıkabilirdik.

Aşk kendinden vazgeçme halidir, kendi benliğini ezmeden 'biz' olabilme hâlidir. İnsan egosu denetlenmesi en güç olan şeydir. Bunu ancak aşk becerebilir, sadece aşk ile üstünden atlayabilirsiniz.

Biz birbirimize karşı çok saygılıydık; mesleklerimiz ve bunun gerektirdiği fedakârlık hallerinde hele daha da çok saygılı ve yol açıcı davrandık hep.

Ee bazen de sıkılırdık, hele üç beş aydır bir aradaysak birbirimizin gözüne bakardık, önce kim gidecek diye, böyle nefes molaları da verirdik. Döndüğümüzde yepyeni bir enerji ve hasret bekliyor olurdu bizi. Aşk bazen de bir kıyamama hâlidir.

Şunu çok açıkyüreklilikle söyleyebilirim; o benden daha iyi bir insandı. O kadar bebek, o kadar adam, o kadar temiz... Ben Yaman'la birlikte onun kadar temiz, onun kadar beklentisiz, onun kadar masum yaşamayı öğrenmeye çalıştım. Buradan bir öğretmen öğrenci ilişkisi anlaşılmasın. O, o kadar ahlâklı ve temizdi ki, yaşam biçimi ve duruşu karşısında başka türlü olamazdınız. Onun yanında kirli kalamazdınız.

Hastalığının son bir ayında, ki hastalığın çıkmasıyla kaybetmemiz 1.5 ay sürdü. Tıp hastalığının süratine yetişemedi. Hep şunu düşündüm; hayata, sanatına ve bize dair bir sürü düşüncesi, projesi vardı ve hepsi sanki hızla arka arkaya gerçekleşmeye başlamıştı. Neden şimdi, neden bu adam, diye çok düşündüm. Orada bile hızlıydı.

Komaya girene kadar Yeşim Ustaoğlu ve Tayfun Pirselimoğlu ile birlikte senaryo çalıştılar. Onlar her gün geldiler ve bu oyunun gönüllü yoldaşı oldular. Sonra o film çekildi; Yeşim'in ilk uzun metraj filmidir "İz" filmi ve Yaman'a adadılar.

Yaman'ın rolünü Aytaç Arman oynamıştı. Bunlardan bahsetmişken o sürecin acısını hafifleten bir yığın katıksız dostluklar yaşadık. Gerçi o sürecin acısı hafiflemiyor. Ben de harlı ateş şeklinde yanma hâli tam 10 yıl sürdü. Asmalı Konak'ın son dört bölümünü yazarken o acıyla yeniden yüzleştim ve ancak o zaman birazcık küllendi diyelim.

Böyle, bir şölen gibi, bir lunapark gibi sevdalık yaşayınca bu görkemi taşımayan her şey bir çadır tiyatrosu gibi geliyor insana. Bu ateşle yanma hâli, o kadar derinden, için için yanıyor ki, dönüp bir başka ölümlüyü yakmaya içi elvermiyor insanın.

Yaman'la her günümüz Sevgililer Günü'ydü... Eşine bu kadar çok çiçek getiren bir adamı daha analar doğurmamıştır. Biz birçok defa sabah uyanıp birlikte gün doğumunu seyreder, ne bileyim çingene vapuruna binip sabah erken Boğaz'ı turlardık.

Sezen'i anmamak olmaz: Sezen, Yaman'ın çok yakın arkadaşıydı. Ben Yaman'dan dolayı tanıdım. Sezen, insanın hayatına çok hafif dahil olur. Sızar ve siz bunu anlamazsınız.

O benim kardeşim, arkadaşım her şeyim oldu. Yaman'dan sonra işlerimin önemli bölümünü tasfiye ettim. Sezen, ısrarla profesyonel olarak birlikte çalışmaya zorluyordu beni. Nerdeyse kafamı kıra kıra bana şarkı sözü yazdırdı.

Birlikte yazdığımız ilk şarkı; 'Masum Değiliz'. 'Kan ter içinde uykularından uyanıyorsan eğer her gece. Yalnızlık, sevgili gibi boylu boyunca uzanıyorsa koynuna' diye...

Yaman'dan iki ay sonra yazdık. Daha sonra bu ısrar otuz küsur şarkı sözü üretti. O dönem Sezen bana sadece 3-5 saat uyumaya yetecek kadar boşluk bırakıyordu. Stüdyolar, kayıtlar, konserler vb. çok yoğun bir rehabilitasyon oldu benim için. Sezen'in o toplumsal düzeydeki rehabiliterliği benim için özel bir muamele seçkinliğinde oldu. O benim kardeşimdir, canımdır.

Bugün eksik olan ne? Bu topraklarda aşk ve mutluluk kutsanmaz, ayrılık ve acı kutsanmıştır. Birlikteliklerdeki tutku kutsanmaz da, ayrılıktaki tutku kutsanır hep. Yaralarıyla mutlu olmaya daha yatkın bir kültüre aitiz biz.

Öyle kadınlar ve erkekler tanıyorum, risk almıyorlar. Aşk emniyetli bir şey değildir. Emniyetli olan sevgidir. Aşk ehlileşmez, sakinleşemez. Öyle olursa akraba olursunuz.

Bir de aşık olunacak mecra kalmadı. Artık ortak alanları paylaşmıyoruz. Bizim agoramız yok artık. Herkes kendi bacağından asılmak isteyen koyun tarifinde.

Bu hem maddi hem manevi bir şeydir. Gelir, böyle adamı aşkta da emniyet arayan birine dönüştürüverir. Herkes kendi kişisel başarı öyküsünün peşinde. Belki de biz herkes için daha adil, daha vicdanlı daha temiz bir dünyanın düşünü paylaştığımız için başkalarıyla da bir arada durmanın ne kadar zenginleştirici bir şey olduğunu biliyorduk.

Şimdi bu duyguların esamesi okunmuyor. Yoksullaşmamız sadece ekonomik anlamda olmadı. Duygusal anlamda, dayanışma anlamında birbirimizin yaralarına bakma konusunda da yoksullaştık. Şimdi empati denen modern kavram var ya, biz onun ağababasını tanıyan ve buna içerilmiş bir dünyadan geldik buralara.

Dizilerdeki aşık olma süreci o kadar uzun ki, öncelikle bu rasyonel değil! Aşk çok ani, hızlı ve genellikle beklenip, tasarlanamayan bir şeydir. Kafana bir taş düşer, neye uğradığını şaşırırsın. Ve bunun aşk olduğunun da sonradan adını korsun. İrrasyonellik sadece bu değil, bir de dizi karakterlerinin çok ön hazırlığı var aşık olmak için. Halbuki, hayatta böyle değildir, aşk tasarlanılan ve ön hazırlığı yapılabilen bir şey değildir.

Eskinin, hani o dalga geçilen mantık evliliklerinde bile, bugünkü hesaplılıktan daha çok aşk vardı diyesi geliyor insanın. Ali Poyrazoğlu dedi, 'Aşk bir kör atlayıştır.'

İnsanların birbirleri için 'sağlama' yapacakları alanlar kalmadı. Modern hayatlar ve modern zamanlarda böyle bir şansı yoktur insanın. Son bir aydır, 'Ben aslında duyguları olan iyi bir insanım' mesajını, ben şu cümleyle alıyorum.

- Babam ve Oğlum'u gördün mü?

- Hee gördüm

- Ağladın mı?

- Sana ne?

Yani ben de duyarlıyım ve iyi bir insanım. Bu arada, ben de filmi seyrettim. Yeri gelmişken ve sabah seansında katılarak ağladım ama bu soruları soran insanlarla o kadar ayrı şeylere ağladık ki.

Benim o filmde yandığım, bu ülkenin o temiz çocuk yürekli insanlarının, bu ülke tarafından nasıl da kırıldığını, nasıl da örselendiklerini, onurlarıyla ekmekleriyle nasıl da oynandığını gördüğüm için bu uğurda yiten, onulmaz acılar çeken insanlarımızı hatırlayarak ağladım.

Belki de bugünkü aşksızlık hâli de, o dönemlerin ürünüdür diyeceğim ama aşk bunların hepsinin üzerinden atlayabilecek bir şey olmalı..."

Etiketler: , , ,

20 Haziran 2011 Pazartesi

Kapı ağzında...


Kahvede, kapı ağzındaki masalardan birine oturmuş, kapı her açıldığında içeri dolan soğuktan sanki gelen kişi sorumluymuşçasına, her yeni girenin yüzüne kötü kötü bakıp burnundan soluyordu.

İnsanın kendine kızgın olduğu zamanlarda, kendi dışında bir düşman yaratmak, öfkesini ona boşaltmak ihtiyacı duyduğunu bilen adamlardandı. Ya usulca kapıyı örtüp bir köşeye çekilecek ya da bu oyuna katılıp istediğini verecekti.

Bir an durup hangisini seçmek istediğini tarttı içinde ve onu uyguladı.

Kibrit Çöpleri
Metis Yayınları
Şubat 2011


Her gün ilaç niyetine bir tane okuyorum bitmesin diye.

Hayatımın yarısından fazlası onunla geçti. Tekrar tekrar okudum romanlarını, şiirlerini... Hala da okuyorum ve her seferinde daha farklı algılıyor ve seviyorum.

Henüz tanışmadıysanız tam vaktidir derim. Hadi bir merhaba deyin Murathan Mungan'a!

Merhaba

Etiketler: , , , , ,

16 Mart 2011 Çarşamba

Buğday...

2001 yılı finans sektöründe çıkan krizle beraber birçok kişi gibi işsiz kaldığımda sektör dışı çalıştığım yerlerden biridir.

Eminönü'nde ünlü Hamdi Restaurant'ın yanındaki Kitapçı Han 1.katta denizi gören küçücük bir odada büyük işlerin yapıldığı ve inanılmaz kalabalıkların kucaklandığı bir yerdir Buğday.

2 ayda bir büyük sancılarla dergi çıkar, Yaysat ve çoğunluğunu gönüllülerin oluşturduğu bizden bir ekip dağıtıma başlar. Gazete bayileri dolaşılır, dergi önde dursun diye ricalar edilir.

Sonra sırt çantasına herkesin taşıyabileceği kadar dergi yüklenir ve ağırlıklı olarak Beyoğlu bölgesindeki kitapçılar ziyaret edilir. Bir önceki sayılar iade alınırken, yeni sayılar bırakılır.

Eski sayılar diğer dergi çıkartan firmaların yaptığı gibi asla kağıdı geri dönüştüren firmalara verilmez. Bize tahsis edilmiş olan depoda biriktilir ve ihtiyaç halinde kullanılır. Çünkü dergilerin konusu öyle güzel belirlenir ki hayatta her an kullanılan, ihtiyaç duyulan bilgileri içerir.

Dergiler geri dönüşümlü kağıda, bitkisel boya kullanılarak çıkartılır. İnsan dergiyi eline alınca okşar, koklar. Gerçekten bu duyguyu yaşayan bilir. Depoda biriktirilen dergiler kah bir toplantıda katılımcılara hediye edilir, kah yeni abone olanlara arşiv oluşturmak istediği için satılır. Hiçbir zaman çöp olmaz, ziyan edilmez.

Gel zaman git zaman hep kulak misafiri olduğum vakıf oluşumu için yapılan toplantı sonrasında dernek kurulmaya karar verildikten sonra başlar asıl macera bana göre.

Kurucu 7 kişiden biri olmak bana hep "şu hayatta bir dikili ağacım var mı?" sorusunun tek cevabıdır: Buğday Derneği.

Dergi hayatına rehber olarak devam ediyor olsa da, dernek tam hız yoluna devam ediyor beni mutlu ederek.

Ekolojik Pazarlar, TaTuTa (tatil, turizm, takas), Çamtepe, Şahmeran ve daha bilmediğim projeleri aynı özenle devam edecek.

Tabi bu anlattıklarım "devede kulak" Ne anılarım var Buğday ve ekibine dair ama onlar bana kalsın. Fakat Victor hakkında birkaç satır yazmadan, onu yadetmeden geçmeyeceğim.

Victor aramızdan fiziken ayrılalı 2 Mart 2011'den bu yana 14 gün oldu. Tuhaf bir his ilk duyduğum an yaşadıklarım. İlkönce şaşkınlık sonra yerini kızgınlığa bıraktı. Oysa ki biliyordum bu onun seçimiydi ve saygılı olmalıydım. Ama olamadım. Hiç gideceğini düşünmemişim Victor'un. O hep orada bir yerlerde dünyanın hayrına işler yapacak ve ben onu yakınında olmasam da bir yerlerden izleyecektim. Sevinecek, her ne haddime ise takdir edecek, onu tanıdığım için mutlu olacaktım. İlk gün ve sonraki birkaç gün biri çıkacak ve hastanede olduğunu, yaşadığını söylecek diye bekledim. Ne zaman Bodrum Bitez'de bir zeytin ağacının altında bıraktık ve hepimiz kendi usulümüzce uğurladık o zaman inandım. Sepetin içine bir nazar boncuğu bıraktım. Bu birliğe, beraberliğe ve güzel uğurlamaya nazar değmesin diye. Victor yaşıyor olsaydı ve bir gün onu uğurlamak zorunda kalırsak nasıl bir şey ister diye sorsaydık aynen böyle olmasını isterdi diye düşünüyorum. O sebeple bu uğurlama beni mutlu ediyor.

Yolculuk kolay geçti, sabah kahvaltı için gittiğimiz kahvehanede bizi çok çeşitli ve bereketli bir kahvaltı bekliyordu. Uğurlamadan sonra gittiğimiz abisinin evinde de durum farklı değildi. Bir ikram, bir bolluk sormayın gitsin.

Eh Victor dedim tam senlik oldu bu yani. Sağolsun kendisi her gittiği yere bir şeyler götürür, evinde çok insan ağırlardı. Sadece karnımız değil ruhumuz da doyardı.

Geçtiğimiz haftasonu Küçükkuyu'da, Çamtepe'de yaşayan köylülerin adına hayır dedikleri bir organizasyon vardı ki ben böylesini hayatımda ne duydum, ne de gördüm. Genç yaşlı tüm kadın ve erkekler ortak depolarındaki tüm malzemeleri Çamtepe Yaşam Merkezi'ne yığmış, bir taraftan ateş yakılıyor, bir taraftan sebzeler ayıklanıyor, bir taraftan çaylar demleniyor, bir taraftan bize kahvaltı veriliyor. Pişecek yemek o kadar çok ki aman aman. 70'lik Münire Teyze baş aşçı ve etrafında köyden kadınlar durmadan, dinlenmeden, bizimde yardımlarımızı yüce gönüllülükle kabul ederek yaptılar tüm yemekleri. Sıra Victor'un helvasını kavurmaya geldiğinde yürüyüşten dönenler de el attı ve emeği geçmeyen kalmadı sanırım.


Bizlerde yemekleri gelenlere ikram ettik, bulaşık yıkadık, sohbet ettik.

Kah gözlerimiz doldu andıkça kah güldük, birlikteliğimizi kutladık.

Çok yaşa Victor hayatımda bunları yaşamama ve sayende çok sevdiğim insanları tanımama vesile olduğun için.

Hayatımdaki tek dikili ağacım Buğday Derneği'ne yıllarca emek verdiğin için.

Benden yana herşey helal olsun sana. Umarım sende helal etmişsindir, bulunduğun yerde rahat ve mutlusundur.

Etiketler: ,

28 Şubat 2011 Pazartesi

Siyah Kuğu...



25.02 cuma akşamı tarihinde ömrümde yaşamadığım kadar zor bir haftanın sonunda kurtarıcı bir ses sayesinde bu filmi izledim.

İlk yarıda tüm ısrarlara rağmen yorum yapmamakla ne kadar iyi yaptığımı filmin sonunda anladım. Çünkü ilk yarı iyi olmasına rağmen, ikinci yarıda heyecan, gerilim iyice tırmanmıştı. Benim gibi ufacık bir gerilime bile tahammül edemeyen hatta korkuya dayanamayan, off bitse de kurtulsam seslerini çıkartarak izleyen biri için bile film mutlaka izlenmesi gereken filmlerden.

Kendisi olmak istediği yerde çocuğunun doğumunu bahane eden ve kendi yapamadığı kariyeri neredeyse kızının tüm hayatını mahvederek yaptırmaya çalışan bir anne-kız hikayesi.



Kuğu Gölü balesi tabii ki bilindik bir hikaye ama bu film Kuğu Gölü balesi gösterisi değil.

Etiketler: , ,

26 Ocak 2011 Çarşamba

Lor peyniri...

Geçen hafta arkadaşım Sabine konuşmamız üzerine Varan marka Kelle Loru olarak bilinen bir lor peyniri getirdi. Peynir demek haksızlık olur, kaymak.

Lor peynirini isteme sebebim Sakızlı Lorlu Kurabiye denememdi. Fakat kurabiye benden kaynaklı da olabilir tam bir hayal kırıklığı oldu. Ne damla sakızı ne de lor peyniri asla hissedilmiyordu. Ev hanımlarının Aysonu Kurabiyesi dedikleri kurabiye ile aynı taddaydı.

Neyse kurabiye bir daha denenmeyecek ama peynir her zaman yenilecek.

Seven herkese gönül rahatlığı ile tavsiye ederim.

Bilgi için:

http://www.varankonaklama.com/



Peynir; Uygarlığın Simgesiydi Sofraların Vazgeçilmezi Oldu

Tarihi Mezopotamya’ya dayanan, geçmişte masallara, hikayelere ve şiirlere konu olan peynir, bugün dünya mutfağının vazgeçilmezleri arasındadır. Uygarlığın ve asaletin simgesi olan peynir, Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu Osman Gazi’nin yayladan kışlaya gittiği dönemlerde, geride bıraktığı mallarına göz kulak olan Bilecik tekfuruna teşekkür için gönderdiği değerli hediyelerin başında geliyordu.

Ülkelerin kültür zenginliğinin bir parçası olan peynirin yüzlerce çeşidi olmakla birlikte işleniş biçimi ele alındığında dünyada sadece 18-20 çeşit peynir bulunmaktadır. Peynirde önemli olan ekolojik ürün farklılığı ve yöresel ustalıkların katkılarıyla çeşitlendirilmesidir. Anadolu, görkemli kültürel geçmişi ve bereketiyle pek çok üründe olduğu gibi yöresel peynirde de oldukça zengin bir ülkedir. Türkiye’de hemen hemen her yörede birbirinden farklı lezzetlere sahip peynir üretilmektedir. Tadı başka kokusu başka bin bir çeşit peynir…

Varan Peynirleri
Varan yöresel peynirleri, Balıkesir Savaştepe’nin köylerinden toplanan sütün ekolojik yöntemle üretildiği yüzde yüz doğal peynirlerdir. Varan Peynir’in eşsiz lezzeti tamamen doğal otlarla beslenen hayvanların katkısız sütünün enfes tadı ve kokusunun peynirde buluşmasından gelmektedir. Varan Yiyecek İçecek mola merkezlerinde Varan markası adı altında dil, taze kaşar, eski kaşar, mihaliç, tulum, sepet, füme çerkez, abazha ve örgü olmak üzere 9 çeşit yöresel peynirin seyahat severlerin beğenisine sunulmaktadır.

Etiketler: , , , , , ,

24 Ocak 2011 Pazartesi

Her Güne Bir Yemek...


Yemek kitaplarını severim. Daha doğrusu yemek ile ilgili tarif, yazı, hikaye ne varsa aşığım.

Tijen İnaltong'un Her Güne Bir Yemek kitabını beğendim demem yetersiz. Çünkü dünya mutfaklarından, ülkemizden, farklı mezheplerden ve dinlerden birçok tarif hikayesi ile derlenmiş, toparlanmış, muhteşem resimlerle zenginleştirilmiş.

Al eline kitap olarak oku. Ağustos ayına geldim bile, yılı bitireceğim, azimliyim.

Kendinize ya da sevdiklerinize hediye almak isterseniz daha iyi bir hediye düşünemiyorum.

Kitap kapağı ansiklopedi benzeri gayet kaliteli ve dayanıklı bir cilt malzemesinden, kitabın sayfaları da gayet kalın bir kağıttan yapılmış. Uzun uzun yıllar mutfağımda benimle olacak. Sevdiklerim Tijen'in çok emek sarfederek hazırladığı tarifleri benim aracılığım ile tadacaklar. Hayali bile güzel.

Dün damla sakızlı, lorlu kurabiyeyi denedim. Sanıyorum becerdim, fena olmadı. Çok hayal ettiğim gibi olmadı ama yine de yenecek gibi olduğundan ikram ettim evdekilere :)

Pişirmek, yemek, yedirmek kadar güzel eylem var mıdır? Vardır tabii ki ama benim için en güzelidir.

Güzel sofralarımız, güzel misafirlerimiz, güzel yemeklerimiz, ağız tadımız, bolluk ve bereketimiz daim olsun.

Etiketler: , , , , ,

18 Ocak 2011 Salı

Vanya Dayı-Tiyatro Pera...



7 Ocak 2011 tarihinde izledim oyunu yeniyılın ilk etkinliği olarak. Az biraz oyun izlemiş biri olarak söylemeliyim ki bu oyun muhteşem. Dekor, oyuncular, insan üzerindeki etkisi çok hoş. Fırsat bulduğunuz ilk anda izlenecek oyunlar listesinin en başına eklemelisiniz.

Zaten ömrünüzde Anton Çehov kitaplarından birini okuduysanız ne demek istediğimi çok kolay anlayacaksınız.

Aşağıda oyuna emek verenler hakkında bilgi var. Ben nedense okumak bilmek isterim her seferinde. Çünkü bilmediğim, tanımadığım birçok insan var. Haksızlık olmasın, gözardı etmeyeyim isterim.

Emeği geçen herkese sonsuz teşekkür ederim. Arkadaşım Evrim'e de ayrıca teşekkürler çünkü kendisi izlediği bir TV programında Selçuk Yöntem'den duymuş ve bizleri teşvik etti sağolsun.


Vanya Dayı
Yazan Anton Çehov
Çeviren-Yöneten Nesrin Kazankaya
Dramaturgi Şafak Eruyar
Dekor Başak Özdoğan
Kostüm Fatoş Öztürk
Işık Yüksel Aymaz
Müzik Yönetmeni Ezgi Kasapoğlu
Yönetmen Yardımcısı Zeynep Özden

Oynayanlar
Vanya Levend Öktem
Astrov Selçuk Yöntem
Yelena Nesrin Kazankaya
Sonya Linda Çandır
Serebryakov Can Kolukısa
Mariya Aysan Sümercan
Telyegin İlker Yiğen
Marina Zeynep Özden
Köylüler Volkan Aktan
Ömer İvedi
Oğuz Turgutgenç
Evrim Artut

Etiketler: , , , ,

15 Aralık 2010 Çarşamba

Yolculuk...



Niye gittiğimi bilmemekle beraber gittim işte.

Şirketten bir arkadaşım gidecekti muhteşem fotoğraflar çeken başka bir arkadaşı ile. Sağolsunlar 2 kişilik özel bir geziyi 10 kişiye çıkartmamıza hiç itiraz etmediler ve içten davet ettiler bizleri.

Zaten Şeb-i Aruz zamanı gelmiş hiç gidilmez mi? Koşa koşa, güle oynaya gidilir.

Oysa ki geçen yıl bir anda hiç tanımadığım bir gitme isteği ile gitmiş, çok enterasan duygular yaşamış ve dönmüştüm.

Bu yılın geçen yıldan farkı tek başıma gittiğim, ilk günü yalnız geçirdiğim, ikinci gün bir arkadaşım ile buluşup, beraber gezip, gördüklerimi 10 kişilik bir grupla paylaşacak olmamdı.

Geçen yıl ben gitmeye karar verince Hale ve Yasemin birçok öneri ve tavsiye ile uğurlamışlardı ve bende onların dediklerini harfiyen yerine getirmiştim. Daha güzel bir program olamaz zaten.

Aynı öneri ve tavsiyeler bu yılda çok işimize yaradı. Programın tamamına sadık kalarak, 10 kişilik koca bir grupla birlikte hareket edebildik. Soğuk ve yorgunluk olmasına rağmen kimse yapacaklarımızdan geri kalmadı ve istekle hareket etti.

Bu deneyim de yalnız olduğum geziden çok farklı ama çok güzeldi.

Gitmeden önce ben bu geziye neden gidiyorum diye sorup, başmelek kartlarından birini çektiğimde REHBER kartı gelmişti.

Geziden dönüşte bana rehberliğim için teşekkür edildi en çok. Mutluyum ve iyi ki gitmişim diyorum.

Evrende yaşayan tüm canlılar ve kendim için sağlık, huzur, mutluluk, aşk, sevgi, uyum, barış, bolluk, bereket içinde yaşamamızı ve her daim kalbimizi arındırarak, herkese ve herşeye hoşgörülü olabilmeyi de diledim.

Eğer sizde Konya'ya gidilir, neler yapılır diyorsanız yazın size de öneri listemi göndereyim.

Etiketler: , , , , , , ,

1 Aralık 2010 Çarşamba

Dostlar ve dilekleri...



Bir insan daha ne diler ki? Kendi içimizden geçenleri her bulduğu fırsatta dile getiren dostu varsa :)

Mumlar arkadaşım Nihal sayesinde Mor Gabriel Manastırı'nda yandı bayramda. Tüm dileklerimiz kolaylıkla ve hızla gerçekleşsin.

Mor Gabriel Manastırı Süryanilerin ibadet yeri olmakla beraber GAP tur diye tabir ettiğimiz biraz uzun soluklu gezilerde Midyat'a yakın olması sebebiyle gezginlerin ziyaret ettiği bir yermiş.

Metropolit denilen mertebe olarak en yüksek din adamları gezginlerin sorularını içtenlikle cevaplıyor, manastırla ilgili bilgileri aktarıyorlarmış.

397 yılında inşa edilmiş olmakla beraber resimlerden anladığım kadarı ile bayağı iyi durumda. Tabii ki orada yaşayan din adamlarının etkisi bunda büyük olsa gerek.

Benim gibi yaşadığı ülkenin henüz doğu ve güneydoğusuna adım atamamış iseniz en azından bu manastır için siteyi ziyaret edin, resimler size tüm ihtişamı sunacak ve tarihçe konusunda bilgi verecektir.

http://morgabriel.org/

Etiketler: , , ,

12 Ekim 2010 Salı

Sev ve sevmeye devam et...

12 EKİM

Sınavlarla ve denemelerle kuşatıldığında ve her şeyin ve herkesin sana karşı olduğunu zannettiğinde gerçekten sevebilir misin? Her şey pürüzsüz bir şekilde akarken sevmek kolaydır. Bunun tersi bir durumla karşılaştığında yüreğini kapamak ve sevgi akışını durdurmak eğiliminde olursun; oysa ki bu, sevgiye çok daha fazla ihtiyaç olduğu bir zamandır.

Sen tüm çevre şartlarına rağmen sevebildiğinde, sende ve senden dışarıya akanın BENİM ilahi sevgim olduğundan emin olabilirsin. Ve işte en sonunda kazanacak olan bu muhteşem sevgidir.

Sevgi asla vazgeçmez; sonunda kazanana dek, bu yoldan ya da başka bir yoldan denemeye devam edecektir.

Sevgi yumuşaktır ve aynı zamanda güçlü ve kalıcıdır. Suyun kayaları aşındırıp yolunu bulduğu gibi, sevgi en katı kalpleri eritip içinde yolunu bulur. O yüzden asla "hayır" ı cevap olarak kabul etme. Sev ve sevmeye devam et ve yolun açılmasını izle.

İçimizdeki Kapıları Açmak / EILEEN CADDY / FINDHORN

Sevgiyle çeviren;
İpek CİHAN Bilgin

Tekrar, tekrar teşekkürler.

Etiketler: , , , , ,

6 Eylül 2010 Pazartesi

Hazırım U2...


Nihayet aylardır süren bekleyiş bitiyor.

Yarın akşam efsane gruplardan biri olan U2 ve tabii ki efsane solist Bono'yu dinleyebilme şerefine erişeceğim.

360 İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın katkılarıyla, yarın akşam İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadı’nda “360 Tour” adlı turne kapsamında hayranlarıyla ve tabii ki benimle buluşacak.

Sevdiğim birini görecek olma heyecanı bende biraz farklı oluyor. Tanıdık ve sevdiğim bir duygu bu. O kadar heyecanlanırım ki dizlerimin titremesini yanımdakiler rahatlıkla farkeder.

Bakalım yoğun 2 haftanın üzerine ilaç gibi gelecek ve konser biletim antikalarımın :) yanında pek bir güzel duracak.

Biletim bu arada hediye o yüzden iki kat kıymetli benim için.

Ayyhhh hayat çok güzel...

Etiketler: , , , ,

29 Haziran 2010 Salı

Çok istersen...



Çok istersen olur bilirim.

Bazen benim istediğim zamanla olduğu zaman uyuşmaz ama olsun.

Yıllardır bu çay tabaklarını arkadaşım Nihal'den istiyordum. Sağolsun o da hep vermeye niyetliydi fakat bir şekilde hep unutuyordu.

Geçen gün kendisini ziyaret ettiğimde tekrar hatırlattım.Hemen yerinden kalktı ve paketledi. Artık bendeler.

Bu arada işin enteresan tarafı çok istediğimi bilen başka bir arkadaşım geçen sene Çeşme'ye gittiğinde bu tabaklara benzediğini hatırladığım bir düzine hediye etmişti.

Nihal'den gelenlerle Melisa'dan gelenler bu pazar günü buluşunca bir baktım ki aynılar.

Nasıl mutluyum. 18 tane aynı çay tabağına sahibim şu anda.

Herkese, her şeye teşekkürler.

Etiketler: , , ,