17 Haziran 2014 Salı

Aydın Boysan iyi ki doğmuş. Bu dünya onsuz çok renksiz olurdu. Ömrüne bereket canım benim.



İşte Aydın BOYSAN'dan Rakı Adabı:

* Rakıyı güneş battıktan sonra, yavaş yavaş ve muhabbet eşliğinde içmeli.
* Rakıdan küçük küçük yudumlar alınır.
* Bülent Ersoy öyle içiyor diye bir dikişte bir duble rakıyı içmek makbul değildir.
* Buz gibi şişeden bardağa çevire çevire dökülür ve o nefis kokunun daha fazla yayılması sağlanır.
* Bardağa konulan rakının yarısı kadar su konması makbuldür.
* İlk yudumu aldıktan sonra ağızda bekletip, dişlerin arasından derin bir nefes alınır ki akciğerler de nasibini alsın.
* Masada yaşça en büyük kişi rakı kadehini tokuşturmak için kaldırmadan rakı kadehleri masadan kalkmaz.
* Rakı sofrasında planlı, programlı ciddi işler konuşulmaz. Geyik muhabbeti yapılır, memleket kurtarılır, anılar tazelenir, dedikodu yapılır.
* Sigara küllüğüne zeytin çekirdeği, sıkılmış limon kabuğu konmaz. İçilen kahve fincanında, tabağında sigara söndürülmez.
* Rakı kadehine önce rakı, sonra su, daha sonra da (konmasa daha iyi olur ama) buz konur. Bu sırayı bozarsanız, anason kadehin üzerine çıkar, rakının hem tadı hem keyfi kaçar.
* Rakıdan anlayanların, Antalya meyhanelerinde garsonluğa soyunanlara bunu anlatması gerekir.
* İçmeye başlamadan önce aperatif bir şeyler yenmelidir. Favori zeytinyağlılardır. Zeytinyağı, mide dolmaya başladıkça üste çıkarak, alkolün genzinize doğru gelmesini engeller.
* Rakıya buz koymak yanlıştır, Buz rakının içindeki suyla alkolü aynı oranda etkilemediği için daha seyrek olan alkol üste çıkar. İdeal karışım bozulmuş olur. En uygunu rakıya soğuk su koymaktır.
* Rakı sofrasında kadeh yalnızca bir defa tokuşturulur. Hadi bakalım hoşgeldiniz v.s. falan diye. Bundan sonra kadeh tokuşturulmaz sadece kaldırılır. 
* Masaya yeni birisi eklendiğinde ise tekrar kadeh tokuşturulabilir. Rakı şalgam suyuyla içilmez! (taslağa dahi dahil edilmez) Mezesiz rakı içilmez. Ben akşamcıyım, öyle bir kadehlik keyfim var diyorsanız gidin bira falan için.
* Şişe numarasının önemi yoktur. Zira ilk damıtılan rakı, 01 numaraya denk gelmez.
* Rakı masasına avuç içiyle ya da yumrukla vurulmaz. Bağıra çağıra, böğüre öğüre konuşulmaz. Sakin olmak, efendi takılmak gerek.
* Önce kendine gel, sonra meyhaneye
Kalender ol da gir kalenderhaneye,
Bu yol kendini yenmişlerin yoludur
Çiğsen başka bir yere git eğlenmeye.
* Rakı bardağı boş beklemez.
* Masadan kalkarken bile dibinde biraz bırakılır. Usul, adap bilen en genç kişinin saki olması adettendir, büyüklere (ki büyüklük kavramı orada anlam bulur) sakilik yaptırılmaz, bu kişi ev sahibi olsa bile.
* Şişede kalan son rakı damlasına kadar eşit paylaştırılır, daha da içmek isteniyorsa bu paylaştırma ritüeline girilmeden yenisi sipariş edilir. Rakı sizi ne zaman sarhoş edeceğini zamanında söyleyen bir içkidir, bunu farkettiğiniz zaman yanınızdakilere söylemeli ya da izin isteyip kalkıp gitmelisiniz, ama eğer sizin kalkmanız masayı dağıtacaksa ölseniz bile orayı terketmeyin. Çünkü rakı masasında tuvalete gitmek için bile zar zor kalkılır, hoş karşılanmaz.
* Rakı masasında bira, şarap gibi başka alkollü içecekler (masada sosyetik hamımefendiler olsa dahi) olmaz. Her nevi ızgara balık (çupra, levrek, istrongilos) uğurlu yemeği, hususi nihavend ve rast makamından sanat musikisi eserleri uğurlu namesi, akordeon, keman ve ud da uğurlu çalgısı olan rakının, uğurlu cl'si 70'dir.
* Rakı yalnız başına içilen bir içki değil, meze ile birlikte yavaş (sindire, sindire) içilen bir içkidir. Mide ve beyne belirli bir etki yaptıktan sonra insan keyiflenir ve güzel sohbetlere yönelir. Yani hem anlatır hem dinler. Böylece rakı sofrası en az iki kişinin katıldığı toplu bir eylem, karşılıklı konuşmalara dayandığı için demokratik bir forum, evrensel ve kişisel sorunların ortaya getirildiği, fikir alıp verilen, insanın kendisi ile yüksek sesle düşünerek hesaplaştığı bir tür psikolojik grup terapisi olmaktadır. Unutulmamalıdır ki rakı sofrası saygın bir cemiyettir. Buraya katılan hem bu meclise kabul edildiği için saygı gören bir kişiliğe sahip demektir hem de diğerlerine karşı saygılı olmak zorundadır. Herhangi bir marka rakı içilirken başka bir markayı övmemek önemlidir, aksi yapıldığında, o an yudumlanan nimete hakarette bulunulmaktadır, yanlıştır. En büyük mezesi muhabbettir.
* Muhabbet konusu "bi kız vardı, 5 yıl sevdim, yüzüme bile bakmadı" gibi duygusal ağırlıklı olabileceği gibi, "bu güneş niye hep doğudan doğuyo, batıdan batıyo?" gibi yarı felsefi konular da olabilir.
* Tam yağlı koyun peynirinin üzerine kırmızı toz biberle renklendirilmiş sarımsaklı zeytinyağı süslemesi. Turşu gibi ekşi mezelerde yine rakının kendine has tatlı nefasetini dengeler, damarlarınızı büzer anasonla dost olur, buna misal olarak dağ lahanası turşusu verilebilir.


Yarasın.

Etiketler: , , , , , , , , ,

26 Kasım 2012 Pazartesi

Sihirli Takılar...

Dönem dönem farklı elişleri yapmışlığım vardır.

Goblen, örgü, takı v.s.

Beni hem dinlendiriyor hem de yakınlarıma hediye edince mutlu oluyorlar.

Son dönemde makrome bileklik yapmaya başladım.

Güzel talepler gelince bir blog açıp satmaya karar verdim.

Şu anda ağırlıklı olarak makrome bileklik yapıyorum. Gelecek günlerde çeşit artacak.

Bir göz atıp fikrinizi söylerseniz çok sevinirim.

Sevgiler...

www.sihirlitakilar.blogspot.com

Etiketler: , ,

5 Ekim 2012 Cuma

Şarap yalnızken de güzeldir...

 
      ...

19. kim demiş haram nedir bilmez hayyam
      ben haramı helalı karıştırmam
      seninle içilen şarap helaldir
      sensiz içtiğim su bile haram

20. cennette huriler varmış, kara gözlü;
      içkinin de oradaymış en güzeli.
      desene biz çoktan cennetlik olmuşuz
      bak, bir yanda şarap, bir yanda sevgili

21. şarap ile eğlence, aşığım benim.
      küfürden, dinden kaçmak; ışığım benim.
      dedim: ey gelin dünya, başlığın nedir?
      dedi: o güzel gönlün, başlığım benim!

22. bir damla şarap ver çin senin olsun;
      bir yudumu bütün dinlerden üstün.
      söyle, ne var dünyada şaraptan hoş?
      o acıya tatlılar feda olsun.

Ömer Hayyam

ya da


bulut geçti, gözyaşları kaldı çimende
gül rengi şarap içilmez mi böyle günde
seher yeli, eser yırtar eteğini gülün
güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün
bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye
kimse bilmez, kimse bilmez

Mehmet Güreli

Etiketler: , , ,

1 Mart 2012 Perşembe

Yekta Kopan'ı sevmek.




Televizyonda izlemek dışında bilmezdim Yekta Kopan'ı. Şimdi de bildiğim anlamına gelmiyor tabii ki.

Kitaplarına yeni merak sardım, son kitabı hariç hepsini okudum.

Yarın sırada "Kediler Güzel Uyanır" var. "İçimde Kim Var" bugün bitti.

Hani karın yağdığına, trafik çilesinin günden güne artmasına sevinir oldum. Yolculuk uzun sürüyor ve ben yollarda alabildiğine Yekta Kopan'ın yazdıklarını okuyorum.

Şu ana kadar en çok "İçimde Kim Var" romanını beğendim. Beğenmek ne kelime hayran kaldım. Niye bu kadar geç kaldım diye hayıflanıyorum bir taraftan bir taraftan da "olsun bu kitabı ben daha sonra yine okurum" diyorum.

Tüm içtenliğimle tavsiye ediyorum. Farklı bir kurgusu var kitabın. Orson Welles-Yurttaş Kane filmi üzerinden birçok karakterin hayatları ve o karakterlerin kesişmesi benim anladığım.

Şarkılar var, güzel sözler var ve en çok en çok Yurttaş Kane filminden kesitler var. Fakat gözümüze sokmadan.

Şu anda bir isteğim de filmi izlemek. Umarım kolaylıkla bulabilirim. 1941 yapımı bir film olduğunu anlatıyor kitabın bir yerinde. Fakat sinema sektöründe farklı, çığır açan bir yapım olduğunun da altını çiziyor. Nasıl merak etmem?

Uzun lafın kısası Yekta Kopan'ı hem izlemeyi hem de artık okumayı seviyorum. Sağolsun-varolsun.

Sevgiler.

Etiketler: , , , ,

29 Haziran 2011 Çarşamba

Cunda'ya aşığım... Niye olduğumu da biliyorum...

Kaplumbağa Hızında Hayat ... Cunda

Burada hayat yavaş akar.

Kimsenin acelesi yoktur.

Trafik yoktur. 13.00’teki randevun için evden 12.55’te çıkarsın.

Sinirli insanlar yoktur.

Gülümseyen insanlar vardır.

Telaşlı insanlar yoktur. Sakin insanlar vardır.

Hırslı insanlar yoktur. Yetinen insanlar vardır.

İnsanı da, kedileri de, musluktan akan suyu da miskindir buranın. Ağır ağır, tane tane.

Pazarda dolaşırken, hiçbir şey almadan karnını doyurabilirsin burada. Herkes ikram eder malından, geri çevirirsen de darılır. Bademciden badem yersin, kirazcı eline tutuşturur, peynirci senin için kestiği dilimle peşinden koşar “Almasan da tat” diye…

Burada üç öğün ot vardır, bildiğin ot. Ottan mücver yaparlar, ottan börek yaparlar, üzerine yoğurt döküp sıcak yemek yaparlar. Bildiğin enginarı çiğ çiğ dilimler meze yaparlar. Kırmızı biberin içine peynir doldurup dolma yaparlar. Her türlü yapılış şeklini bildiğini sandığın patlıcanın içini oyup envai çeşit peynir ve otla doldurup güveç kabında “gondol” yaparlar mesela. Senin kahvaltıda yediğin lor peynirinin üzerine vişne reçeli dökerler, olur sana tatlı. Burada her yiyeceğin kullanım alanı geniştir. Tek sınır hayal gücüdür.

Burada el yakan hesaplar yoktur, seçmesini bilmek vardır. Eh, o da zamanla. Turist gider “duyduğu” yere, buralı gider “bildiği” yere. Ayaküstü 20 liraya iki kişi tıka basa doymak vardır. Hem de otun da, balığın da en tazesiyle.

“Ayna” vardır burada, yeme-içme-oturma yeri. Ev yapımı likörler, zeytinyağlılar, uçuşan turkuaz perdeler, ahşap masalar, taze çiçek kokusu çağırır. Bir limonata isteyip saatlerce oturabilirsin, kimse bir şey demez. Etrafında dolanmaz. “Masa dolacak” demez. Bu küçük cennetin sahibi, İstanbul’dan arınmış, yeni bir hayat kurmuş anne kıza imrenerek bakarsın, iç geçirerek. Belki de bu yüzden “Ayna”dır adı, senin hayalini sana yansıttıkları için.

Burada öyle çantana sarılıp oturmazsın. Çantanı, eşyalarını pastaneye emanet edip çarşı pazar gezmeye de gidebilirsin pekala. Bankamatikten para çekerken, çantanı arkandaki bankta bırakıp işini görebilirsin de hatta.

Taş Kahve’de Mehmet Abi siz istemeden kahve getirir, canı öyle istedi diye. Peynirin, salatan eksik mi geldi gözüne? Söyle hemen getirirler, hesaba eklemeden. Ya da “Balığın tadı biraz acı geldi” de laf arasında, almaz parasını. Kurabiye mi alıyorsun? Yolluk verirler bir de yanına, yiye yiye gez diye. Burada gönülle yapılır her şey.

Hayat küçüktür burada. Marka filan bilmezler. Herkes ya Kordon’dan alır kıyafetini ya da Garaj’dan. ABD’ye gelinlik provasına gitmezler. Düğün zamanları uğradıkları en pahalı mağazaları “SOYKARA” da gece elbisesi 80 lira. Kimse kimseyle yarışmaz, istediklerini giyer, yer, içerler. Kimse kimseyi süzmez çünkü. İstanbullular dışında.

Sokaklar egzost değil, sakız kokar burada. Sahil boyu sıra sıra, itiş kakış kafeler de yoktur. Onun yerine Konfor, İstikbal, Leyla Güzellik Salonu, Mahmutpaşalı Ayakkabıcısı gibi yerler vardır, denize sıfır. O kadar çoktur deniz çünkü. Öbür türlüsünü de bilmezler zaten. Sen şimdi kalkıp Pazar günleri 15 cm deniz göreceksin diye saatlerce Hisarüstü yollarında perişan olup, üstüne kazıklanıp buna da “Pazar keyfi” dediğini anlatsan, gülerler.

Burada herkes kendi işini yapar. Pideci vardır, zeytinci vardır, peynirci vardır, doncu vardır, dondurmacı vardır, çeyizci vardır. Herkes kendi küçük krallığının başındadır. Çikolatacının camında “Djare çikolata satılır” yazar. O yanlışı da bir tek İstanbullu görür zaten. “Kız isteme çikolatası satılır” yazar bir diğerinde, insanlar önünde sıra halinde.

Kavga yoktur burada, bir futbol maçı ya da merdiven önünde kadın erkek taze bakla ayıklayacak olmak yeter hepsini buluşturmaya.

Burada dolmuşlar illa dolunca kalkmaz, şoför beklemekten sıkılınca kalkar. Dolmuş şoförleri “Kim vermedi parasını?!” diye kükremez, “Bozuk yoksa sonra verirsin” der, bir daha görüp görmeyeceğini bilmeden. İnerken “Güle güleyiiin!” diye uğurlar bir de.

Burada Baykal’ın kasetini, iktidar kavgasını, en son mekanları, filmleri bilmezler. Sizin o şaşaalı gündeminiz bir hiçtir burada, onların gündemine uyarsın. Kiraz ne kadar olmuş, deniz bu yaz soğukmuş, rüzgar kalmış, deniz direklemiş, papalina bu sene azmış… Hem de o kadar çabuk uyarsın ki bu kaplumbağa hızında hayata, kendine şaşarsın.

Gel gör ki, sen ne kadar kaynaşmaya çalışırsan çalış, iki günde oralı olmaya alış, her halinle İstanbulluğunu belli edersin. Anlarlar. Tuz isteyişinden anlarlar, parayı uzatışından anlarlar, kılığından kıyafetinden anlarlar, bakışından anlarlar, yorgunluğundan anlarlar, kaprisinden anlarlar ve sorarlar: “Memleket nere?”

“İstanbul” dersin, “Olsun!” derler. Senden önce üzülürler sana.

Hayatın daha fazla para kazanınca, daha hırslanınca, daha pahalı bir arabaya sahip olunca, daha büyük evlerde yaşayınca, terfi edince, 90-60-90 olunca, herkesten daha hızlı koşunca, kendini çok önemli sanınca, daha çok tüketip daha çok çalışınca, “o ayakkabı”yı alınca, o kadınla/adamla beraber olunca daha güzel olduğunu sananları silkeler burası.

Sadece bir “Olsun!”la…

Bu makale Habertürk yazarı Hande Köseoğlu tarafından kaleme alınmış, Cunda hakkında yazılan en nitelikli makalelerden biridir.

http://www.cunda.gen.tr/Bolgesi/KonuDetay.asp?id=266







Fotoğraflar : 10.09.2005
Talaakar

Etiketler: , , , ,

24 Haziran 2011 Cuma

Kung Fu Panda 2


Dün akşam yeğenim ile birlikte Kung Fu Panda 2 çizgi filmini izledik. Önemli şahsiyettir kendileri. Bu sinemada ikinci çizgi film izleyişimiz.

Çocuklar herhalde bir uyurken bir de çizgi film izlerken çok tatlılar :)

Kung Fu Panda 2 ilki gibi hem eğlenceli hem de öğretici. İzlemek için yaşın bir önemi yok. Herkes kendince bir şeyler bulabilir.


3. filmin konusu bence şimdiden belli. Baba oğlu pandanın yaşadığını öğrendi. Oğlu panda onunla buluşmak için çabalayacak.

Çocukların bol olduğu bir seansı seçerek, izleyin, izletin.

Etiketler: , ,

21 Haziran 2011 Salı

Gerçek...


Gözlerini kamaştıran renkli camları kır da öyle bak ki, gözüne çarpanın ne olduğunu anlayabilesin.

Mevlana Celaleddin-i Belhi Rumi

Eser: Berna Terziahmetoğlu
http://www.kathre.com/

Etiketler: , , , , , ,

17 Haziran 2011 Cuma

Günde 1 resim...

Harika bir site keşfettim:

http://gunde1resim.com/

Benim resim bilgim öyle engin değildir maalesef.

Fakat severim, en bilindikleri bilirim, tüm ressamlara da hayranlığım sonsuzdur.

Bugünlerde her gün bu siteyi takip, site sahibini de takdir eder oldum.

İstiyorum ki herkes bilsin, takip etsin, bilgisini arttırsın ve her gün gözlerine şahane görüntülerle bayram ettirsin.

Özellikle arşiv sayfası muhteşem. Tüm resimleri küçük halleri ile toplu olarak görebiliyoruz. Öyle güzel dizayn edilmiş yani.

Lafı daha fazla uzatmadan sizi site ile başbaşa bırakıyorum ve gönlünüzce bir haftasonu diliyorum.

Etiketler: , , , ,

16 Haziran 2011 Perşembe



Kuğu

Kalpte yer tutan her hayal bir gün mutlaka surete dönüşecektir.

http://www.kathre.com/

Etiketler: , , , , ,

15 Haziran 2011 Çarşamba

Bolluk...


Çokluk

aslında gördüğün kendinsin

sen çoksan her şey çok,

sen az isen

her şey azdır.


http://www.kathre.com/

Bu muhteşem kolye ve söz yakında eğitim alacağım bir cam tasarımcısına (kendisi böyle düzeltmemi istedi) ait. Berna Terziahmetoğlu

Siteyi gezerken hem onlara sahip olmak hem de yapabilmek istiyor insan. Bakalım ben nasıl bir beceri sergileyip ne kadar becerebileceğim?

Etiketler: , , , , ,

21 Nisan 2011 Perşembe

Sofyalı...


15 Nisan cuma akşamı yakın bir arkadaşımın nice zaman sonra gelen terfisini kutlamak için buluşup gittik Sofyalı'ya.

Yeni sahipleri de yakın bir arkadaşım ile eşi. Onlara da sürpriz yapmak istediğimden yemek için orayı seçtim.


62 çeşit mezeyi dönüşümlü olarak günlere bölerek sunduklarından en sevdiğim mezesi olan otlu peynir o gün yoktu.

Her ne kadar hiç değişiklik yapmadıklarını söyleselerde bana biraz değişmiş gibi geldi.

Fakat sohbet, arkadaşlar, yemek, rakı birleşince güzel bir akşam oldu.

Kesinlikle rezervasyon gerekiyor, fiyatlar makul. Biz arkadaş ikramlarından bolca nasibimizi aldığımız için çok uygun bir hesap ödedik.

Asmalımescit olsun ama neresi olsun derseniz Sofyalı derim...

Etiketler: , , ,

11 Nisan 2011 Pazartesi

Cunda Balıkçısı...


8 Nisan Cuma akşamı işyerinden arkadaşlarımla gittim tekrar Cunda Balıkçısı'na.

Geçen yıl yaşgünümde çocukluk arkadaşım Ebru ile gitmiştik ilk kez çok beğenmiştim. Her şey aynı lezzette fakat ilgi artmış.

Bildiğim kadarı ile tüm malzemeler Cunda'dan geliyor o nedenle nefis. Fiyatlar oldukça makul. Tüm grup memnun kaldı. Bahçe, giriş kat ve girişin üstü olarak bayağı geniş bir alanı var.

Mezeleri girişte seçiyor, masaya yerleşiyor ve ilk dakikadan itibaren keyif almaya başlıyorsunuz.

Ulaşım kolay. Bostancı Deniz Otobüsü iskelesinin karşısında.

Haftasonuna güzel bir başlangıç yapayım derseniz cuma akşamı için biçilmiş kaftan.

Etiketler: , , ,

26 Ocak 2011 Çarşamba

Lor peyniri...

Geçen hafta arkadaşım Sabine konuşmamız üzerine Varan marka Kelle Loru olarak bilinen bir lor peyniri getirdi. Peynir demek haksızlık olur, kaymak.

Lor peynirini isteme sebebim Sakızlı Lorlu Kurabiye denememdi. Fakat kurabiye benden kaynaklı da olabilir tam bir hayal kırıklığı oldu. Ne damla sakızı ne de lor peyniri asla hissedilmiyordu. Ev hanımlarının Aysonu Kurabiyesi dedikleri kurabiye ile aynı taddaydı.

Neyse kurabiye bir daha denenmeyecek ama peynir her zaman yenilecek.

Seven herkese gönül rahatlığı ile tavsiye ederim.

Bilgi için:

http://www.varankonaklama.com/



Peynir; Uygarlığın Simgesiydi Sofraların Vazgeçilmezi Oldu

Tarihi Mezopotamya’ya dayanan, geçmişte masallara, hikayelere ve şiirlere konu olan peynir, bugün dünya mutfağının vazgeçilmezleri arasındadır. Uygarlığın ve asaletin simgesi olan peynir, Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu Osman Gazi’nin yayladan kışlaya gittiği dönemlerde, geride bıraktığı mallarına göz kulak olan Bilecik tekfuruna teşekkür için gönderdiği değerli hediyelerin başında geliyordu.

Ülkelerin kültür zenginliğinin bir parçası olan peynirin yüzlerce çeşidi olmakla birlikte işleniş biçimi ele alındığında dünyada sadece 18-20 çeşit peynir bulunmaktadır. Peynirde önemli olan ekolojik ürün farklılığı ve yöresel ustalıkların katkılarıyla çeşitlendirilmesidir. Anadolu, görkemli kültürel geçmişi ve bereketiyle pek çok üründe olduğu gibi yöresel peynirde de oldukça zengin bir ülkedir. Türkiye’de hemen hemen her yörede birbirinden farklı lezzetlere sahip peynir üretilmektedir. Tadı başka kokusu başka bin bir çeşit peynir…

Varan Peynirleri
Varan yöresel peynirleri, Balıkesir Savaştepe’nin köylerinden toplanan sütün ekolojik yöntemle üretildiği yüzde yüz doğal peynirlerdir. Varan Peynir’in eşsiz lezzeti tamamen doğal otlarla beslenen hayvanların katkısız sütünün enfes tadı ve kokusunun peynirde buluşmasından gelmektedir. Varan Yiyecek İçecek mola merkezlerinde Varan markası adı altında dil, taze kaşar, eski kaşar, mihaliç, tulum, sepet, füme çerkez, abazha ve örgü olmak üzere 9 çeşit yöresel peynirin seyahat severlerin beğenisine sunulmaktadır.

Etiketler: , , , , , ,

25 Ocak 2011 Salı

Ayı Yogi...



22 Ocak 2011 cumartesi günü yeğenim ile birlikte Ayı Yogi filmini izlemek için Capitol AVM'nin sinemasına gittik.

İlk kez yalnız başıma bir çocukla çizgi film izleyecektim. Daha önce izlediklerimin hepsine çocukların anneleri eşlik etmişti. Neyse ki zorlanmadım. Zaten bir gün öncesinden kardeşime başıma neler gelebilir diye sormuştum. Mısır almam halinde sakince filmin sonuna kadar oturacağını söylemişti. Pek sakin oturdu sayılmaz gerçi ama tüm çocukların aynı şeyleri yaptığını görünce normal bir tepki olduğuna kanaat getirdim.

3 boyutlu çekilen, gerçek oyuncularla bilgisayar animasyonunu biraraya getiren Ayı Yogi herkesin en sevdiği piknik sepeti hırsızı ayıyı yepyeni bir macerayla izleyici karşısına çıkarmış.

Kendi çocukluğum geldi aklıma. Şanslı bir çocuktum hem çizgi film hem de oyuncak yönünden.

Ayı Yogi'yi yıllar sonra yeğenim ile birlikte izlemek biraz tuhaf hissettirdi. Çok beğendim ama bizim zamanımızda izlediklerimiz teknoloji olarak daha farklıydı. 3 boyutlu gözlüklerle izlemek belki de farklı hissettirdi. Biz evlerimizde belirli bir saatte her gün buluşmayı beklerken bir heyecan yaşardık ve her gün bambaşka bir tad bırakırdı bittikten sonra.

Gidip izlemeli mi derseniz evet derim. Hatta bir çocukla beraber izlemek farklı bir deneyim olacağından böylesini öneririm.

Etiketler: , , ,

19 Ocak 2011 Çarşamba

Sondan Sonra-Duru Tiyatro...


Sondan Sonra

9 Ocak 2011 pazar günü izledim bu oyunu. Oyun başladı, tansiyon tırmandı ve hiç düşmedi. Ne zaman vakit doldu, oyun bitti anlamadım.

Emre Kınay'a büyük haksızlık etmişim bunca zaman. Oyunculuğunu takdir etmek kim ben kim ama hayran kaldım.

Birinci perdenin sonuna doğru ne olduğunu bir şekilde anladım ve sonu öyle oldu. Şimdi bu cümleden ayan-beyan herşey ortada zannetmeyin. Benimki bir his.

Elbette bütün oyunlar izlensin, bilinsin istiyorum o ayrı. Fakat bu oyun mutlaka, mutlaka izlenmeli. Emre Kınay ve Ahu Türkpençe harikalar yaratıyor, bilesiniz. Tiyatroya ulaşım kolay, sahne güzel. Daha ne diyeyim.

Sondan Sonra

YAZAN: Dennis KELLY - ÇEVİREN: Füsun GÜNERSEL - YÖNETEN: Emre KINAY
YÖNETMEN YARDIMCISI: Derya OYANAY SUNGUR - IŞIK TASARIMI: Emrah KESKİN

"Şerden kendimizi korumak zorundayız dediğim için bana faşist diyeceksen hiç durma, de. Ama toplumumuz için tehlikeli olan insanların etrafımızda dolaşmasına biz izin verdik."

Sığınakta iki insan: Mark (Emre KINAY) ile Louise (Ahu TÜRKPENÇE). Korkunç nükleer saldırıda , binalar çökmüş, herkes ölmüş, her yanı radyoaktif toz bulutu kaplamıştır. Mark bu saldırıdan Louise'i binbir güçlükle sığınağa taşır. Mark'ın sığınağında yiyecek, ranza, radyo gibi kısıtlı imkanları vardır. Mark'ın konuşmalarından Louise'e aşık olduğu ve onu delice kıskandığı da anlaşılır. Ayrıca genç adam Louise'i irkilten şeyler söyler: "Bu saldırıyı yapanlar mutlaka sakallıdırlar... Güçlü ve iyi toplumlar dünyadaki zayıf toplumları onların iyiliği için kontrol etmelidir... Biz gücümüzü yeterince iyi kullanmadık. Teröristlere daha katı davranmak şart."

Mark'tan korkan ama onunla birlikte bu sığınakta hayatta kalma mücadelesi veren Louise zor günler yaşar. Acaba dışarısı ne durumdadır? Gerçekten herşey Mark'ın anlattığı gibi midir dışarıda? Oradan kurtulabilecek midir? Dennis Kelly'nin bu çarpıcı oyununda iki temel konu işleniyor: Dünyada özellikle ABD'de 11 Eylül saldırısı ile gelişen terörizm paranoyası ve bu olayla birlikte artan faşizan eğilimler; Güç kullanarak demokrasiye kavuşturma çabası ; ya da bir erkeğin gücünü kullanıp bir kadını elde etme mücadelesi... "İyilik adına gücünü kullanmak toplumsal ya da bireysel süreçte faşizmi yaratır." Sondan Sonra ilk kez 2005'te Londra'da Bush Theatre'da, sonra çeşitli ülkelerde oynandı. Ve halen de bir çok ülkede oynanmaya devam ediyor. Duru Tiyatro kuruluşunun 5. yılında da ülkemizde oynanmamış ya da oynanamamış oyunları repertuvarına alarak "duru" bir tiyatro dili geliştirmeye devam ediyor...İzleyin...

Etiketler: , ,

18 Ocak 2011 Salı

Vanya Dayı-Tiyatro Pera...



7 Ocak 2011 tarihinde izledim oyunu yeniyılın ilk etkinliği olarak. Az biraz oyun izlemiş biri olarak söylemeliyim ki bu oyun muhteşem. Dekor, oyuncular, insan üzerindeki etkisi çok hoş. Fırsat bulduğunuz ilk anda izlenecek oyunlar listesinin en başına eklemelisiniz.

Zaten ömrünüzde Anton Çehov kitaplarından birini okuduysanız ne demek istediğimi çok kolay anlayacaksınız.

Aşağıda oyuna emek verenler hakkında bilgi var. Ben nedense okumak bilmek isterim her seferinde. Çünkü bilmediğim, tanımadığım birçok insan var. Haksızlık olmasın, gözardı etmeyeyim isterim.

Emeği geçen herkese sonsuz teşekkür ederim. Arkadaşım Evrim'e de ayrıca teşekkürler çünkü kendisi izlediği bir TV programında Selçuk Yöntem'den duymuş ve bizleri teşvik etti sağolsun.


Vanya Dayı
Yazan Anton Çehov
Çeviren-Yöneten Nesrin Kazankaya
Dramaturgi Şafak Eruyar
Dekor Başak Özdoğan
Kostüm Fatoş Öztürk
Işık Yüksel Aymaz
Müzik Yönetmeni Ezgi Kasapoğlu
Yönetmen Yardımcısı Zeynep Özden

Oynayanlar
Vanya Levend Öktem
Astrov Selçuk Yöntem
Yelena Nesrin Kazankaya
Sonya Linda Çandır
Serebryakov Can Kolukısa
Mariya Aysan Sümercan
Telyegin İlker Yiğen
Marina Zeynep Özden
Köylüler Volkan Aktan
Ömer İvedi
Oğuz Turgutgenç
Evrim Artut

Etiketler: , , , ,

29 Aralık 2010 Çarşamba

2...


Show Max kanalında her akşam Derya Baykal'ın gün içinde yayınlanan programının tekrarını izliyorum ve faydalı şeyler öğreniyorum.

Her işi yapmam mümkün değil fakat bere-şal-şapka becerebildiklerimden. Geçen yıl hem kendime hem de arkadaşlarıma çok güzel bir bere ördüm. Şimdi deneyeceğim iş ise çocuklar için yılbaşı şapkası.

Ponponlu ve kırmızı. Bakalım hediye edilen minikler ne yapacak. Gerçi çocuklar atkı ve şapka sevmiyorlar ama bu değişik gelebilir.

Örgü örmenin ya da el işi yapmanın kişiye faydası bence sınırsız. Bir tür meditasyon aslında.

Keşke hepimizin en az bir hobisi olsa ve kendimizi bir parçacık rahatlatmak için hem kolay, hem de ucuz bir yol bulmuş olsak.

Etiketler: , , , , ,

16 Aralık 2010 Perşembe

Hayatımın ilk izlediğim maçı...


Dün akşam Beşiktaş-Rapid Wien maçı başlamadan önce yeğenim sahaya futbolcular ile çıkacağı için ilk defa bir maçı izleme sebebi ile stada gittim.

Daha önceki stada gidişlerim hep konser için olmuştu. Laf aramızda çok iyi konserler izledim bu arada.

Yalnız farklı bir deneyim oldu benim için. İnsanların neden maç seyretmeye gitmeyi istemesini ve nasıl rahatladıklarını anlamış bulunmaktayım.

Yeğenim her zamanki gibi kendini farkettirmekte hiç zorlanmadı. Rapid Wien takımının kalecisini sahaya getirdi ve yerlerdeki çimleri yolmak sureti ile futbolculara çimlerden konfeti yaptı.

En hareketli ve coşkulu taraftarlar kardeşimden öğrendiğim kadarı ile kapalı tribünde.

Resmen show yapıyorlar ve sahanın havasını, enerjisini etkiliyorlar.

Eski açık ve yeni açık denilen bölümlerde katılımda bulunuyor ve sosyete dedikleri numaralı tribüne de gaza gelsinler diye tezahürat yapıyorlar. Bir miktar sosyete dedikleri numaralı tribünde katılıyor ama zayıf.

Yalnız stad gerçekten bu havalarda çok soğuk oluyormuş. Dedikleri kadar var yani.

Hani ölmeden önce yapılacaklar listesi var ya bende bir kez olsun maç izlenmeli diyorum. Hele hele maç 2-0 skorla bitiyorsa değmeyin insanların keyfine...

Etiketler: , ,

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Hayat çok güzel ve enteresan...


Ben kendi kendime günlerdir program yaparken, bayan kapris modunda şunu desem, nasıl etsem acaba diye kendi kendimi harap ederken ve bunları günün belirli bir saati için kurgularken hayat benimle öyle bir eğlendi öyle bir eğlendi ki zaten benim aradığım cevapta burada geldi.

Düşündüğüm zaman diliminin tam tersi bir anda düşünmeye bile fırsat kalmadan, diyeceklerimi de unutarak, sürprizin şaşkınlığı ile kalakaldım ve acele etmek zorunluluğundan yapmam dediğimi yaptım.

Güya yapmayacak ve dediğimi kabul ettirecektim aklımca. Ohh bu hali ile pek hoş oldu. Bana da güzel bir ders oldu.

Demek ki o kadar büyük konuşmayacak, beylik cümleler kurmayacakmışsın dedim kendime.

Bu defa bunu kabullenmek kolay ve keyifli oldu.

Gün harika geçti bu sayede. Keyfimde yerine geldi.

Her anımız güzel ve keyifli geçsin, sevdiklerimiz hep yanımızda olsun ne diyeyim.

Etiketler: , , ,

30 Haziran 2010 Çarşamba

Taze Makarna Kursu...



Grupanya'dan (sanal işyeridir kendileri) gelen bir e-posta ile başladı aslında bir günlük makarna maceram.

The House Cafe'nin "Atelier" çalışmalarından biri. O kadar çeşitli kurslar var ki. Bir sonraki Tapas kursu olsun istiyorum.

Gelelim bir günlük Makarna macerama. İş çıkışında Beyoğlu The House Cafe'ye gittim. Bu kurslar için güzel bir mutfak yapmışlar. 12 kişi rahat rahat çalışabiliyor.

Makarna yapımı öğretileceği için gittiğimizde masa düzenleri kurulmuştu. Bu konuda çok profesyoneller. Makarnada kullanılacak un yoğurma kasesinde ölçülmüş, elenmiş olarak hazırdı. Yumurta ve tuz ortak kullanılacağı için masanın ortasında ulaşılması kolay olacak şekilde yerleştirilmişti.

Şef Coşkun Bey geldi, tanışmanın ardından püf noktaları ile başladık makarna hamurunu hazırlamaya. Un ve yumurta biraraya gelirken biz çok eğlendik çünkü 5 adet yumurtanın sadece sarıları kullanılacaktı. Sarıları ustalıkla ayıranlar vardı tabii ki ama çoğunluk zorlandı. Kırmaya çalışırken elinden kaydıranlar, kabuklarını un karışımının içine düşürenler, bayağı bir cebelleşildi.

Sonraki aşama ise yoğurma olduğundan çoğumuz yoğurma tekniğimizin hatalı olmasından kendimizi daha çok yorduğumuzu (yoğurduğumuzu :) öğrendik.

15 dakika sabırla ve azimle hamurumuzu yoğurduk. Dinlendirmek için bıraktık.

Sonra kesme tahtasındaki marifetlerimize geçtik. Soğanlar eşit büyüklükte doğrandı. Mantarlar kesildi. Sarımsaklar bir vuruşla ezildi.

Hamur tekrar ele alındı ama bu defa yoğurmak için değil hamuru kesme öncesi inceltmek içindi. Tabii ki orası bu işi sürekli yaptığından makarna hamurunu inceltme ve farklı şekillerde kesmek için bir makine kullandık.

Sabırla hamuru incelttik ve sonrasında spagetti ya da tagliatelle olarak tercihimizi kullandık ve kestik. Kesilmiş makarnalarımızı hafif una buladık ve sosunu yapmak için ocakların başında diğer malzemelerimiz ile yerlerimizi aldık.

En heyecanlı yeri burası idi. Tüm yapılanlar biraraya getirilecekti. Acaba nasıl bir sonuç çıkacaktı?

Ocağın başına geçtik. Zeytinyağını tavaya döktük, sarımsakları attık. Sarımsaklar aromasını yağa verdiğinde onları çıkarttık ve soğanları "pembeleştirmek" üzere ekledik.

Bu arada kaynayan suya makarnalarımızı haşlanması için koyduk. 4-5 dakika kadar pişme yeteceğinden gözümüzü de üzerinden ayırmayaya gayret ettik.

Sonrasında mantarları ekledik. Bu esnada yardımcı olan bir The House Cafe çalışanı (kendisi pizza hamurlarını hazırlıyormuş) ufak bir gösteri yaptı. Benim tavamdaki mantarlara şarabı ekledi ve alev almasını sağladı. Mantarlar şarabı çekince kremayı kattık ve tuz, karabiber, parmesan ekledik.

Makarları sudan nazikçe çıkartıp sos tavasına attık.

Maydanoz, biraz daha tuz, karabiber, parmesan eşliğinde tabağa servis için aldık.

Görüntü muhteşemdi. Şimdi sıra tadına bakmaktaydı.

Grup halinde masalarda yerlerimizi aldık. Harika bir şarap ikram edildi ve hemen makarnalarımızın tadına baktık.

Gerçekten şahane olmuştu.

Haftaya güzel bir başlangıç yapayım, kısa bir mola vereyim hem de üstüne şahane bir yemek yapmayı öğreneyim diyorsanız The House Cafe'nin Taze Makarna kursunu şiddetle tavsiye ediyorum.

Etiketler: , , , , ,