12 Haziran 2011 Pazar

Lüfer, hamsi, kalkan... Kader anı 21 Haziran!



Lüfer, hamsi, kalkan... kader anı 21 Haziran!: "“Seninki kaç santim?” kampanyasının sonucu belli oluyor. Tarım Bakanlığı balıkların ve denizlerin geleceğine Haziran’da karar veriyor. İş işten geçmeden, balıklar tükenmeden, daha fazla ertelemeden, hemen şimdi eyleme katıl."

Etiketler: , , , ,

21 Ocak 2011 Cuma

İstemek...



"Bir şeyi gerçekten istediğin zaman, arzunu gerçekleştirmeni sağlamak için bütün evren işbirliği yapar."

Simyacı-Paulo Coelho-1996


Düşününce ne hoş geliyor. İstiyorum ve tüm evren benim isteğimi yerine getirmek için çalışıyor.

Gerçekten inanıyorum bu düzene. Vazgeçmedikçe, gerçekleşir mi diye vesvese yapmadıkça oluyor, biliyorum.

İçimde bir huzur, ne istesem olur inancı.

Simyacı'yı arkadaşım Hale hediye etmişti bana. Kaçıncı kez okuduğumu bilmemekle beraber sanki ilk kez okuyormuşum hissi var. Daha önce okuduğum zamanlarda farketmediğim çok şeyi farkettim bu defa. Seviyorum bu kitabı, hem de çok seviyorum.

Gözlerimin her zaman sağlıklı olmasını ve olanı olduğu gibi görmesini istiyorum.

Evrenin her isteğimize cevap vermesini, olanı elde ettiğimizde de tamamlanma hissi, mutluluk ve şükretmeyi hatırlamayı diliyorum.

Etiketler: , , , , ,

29 Eylül 2010 Çarşamba

Yaşam sen ondan ne oluşturuyorsan o'dur...

29 Eylül

Birçok kez şu sözleri duydun:"Yaşam sen ondan ne oluşturuyorsan o'dur."
Peki sen bunun için ne yaptın?
Yaşamını, mutluluğunu, başarını, sevinçlerini ve kederlerini kendinin kontrol ettiğinin farkında değil misin?
Yaşam harika, heyecanlı ve muhteşem olabilir ancak bunun böyle olmasını, ondan en iyiyi bekleyerek sağlamak sana kalmıştır.
Her günü yalnız o günü yaşayarak yaşa ve onu dolu dolu yaşa...
Asla yarın ve yarının getirecekleri için endişelenerek vakit kaybetme ya da yarının getirecekleriyle başa çıkamayacağını zannettiğin için moralinin bozulmasına izin verme.
Daima yaşamın parlak yanını gör ve şimdiki an'ın içinde, yaşamın parlak yanına odaklan.
Dünün pürüzsüz akmamış olması bugünün de aynı olacağı anlamına gelmez.
Dünü geride bırak; ondan öğrenmen gerekeni öğren ancak onun bugünü bozmasına izin verme.
Bugün senin önünde serili olarak duruyor: dokunulmamış ve bozulmamış bir şekilde.

Onunla ne yapacaksın?

İçimizdeki Kapıları Açmak-Eileen Caddy-Findhorn
Sevgiyle çeviren: İpek Cihan Bilgin

Her güne yazılmış ayrı bir mesaj.

O kadar isabetli ki!

İçinizden ne geçiyorsa gerçekten ona dair açık, seçik cevaplar.

Evet, evet duyuyor her an. Yalnız değiliz.

İpek Cihan Bilgin sağolsun-varolsun iyi ki türkçeleştirmiş.

Etiketler: , , , , ,

26 Ağustos 2010 Perşembe

Tembellik hakkı


Tembellik yapmak istiyorum. Şu sıralar hiç mümkün değil biliyorum. O nedenle ben işimin başına dönüyorum.

Tembellik üzerine resim aranırken internette Can Dündar'ın bir yazısı ile karşılaştım ve genelde olduğu üzere hayran kaldım. Can Dündar'ın diğer yazılarını okumak isterseniz; http://www.candundar.com.tr/index.php?Did=1686

Onları görür görmez tanıdım.

Benim eski hastalığıma tutul­muşlardı.

Bir tüberkülozlu bir diğerini nasıl öksürüğünden tanırsa, ben de onları cep telefonlarının sesinden teşhis ettim. Bacaklarında uzun şort, başların­da hasır şapka, ayaklarında şıpıdık terlik, ellerinde cep telefonuyla geldikleri kum­salın her köşesinde cırcır böcekleri gibi arsız ötüp duruyorlardı. "Cırrr" sesini du­yar duymaz telaşla fırlayıp avuçlarındaki kumları silkeliyor, sonra da yüzlerini deni­ze verip koca göbeklerini ovuştura ovuş­tura uzun uzun konuşuyorlardı. Ardından telefonu eşler devralıyor, arada çocuklarını çağırıp "Gel yavrum anneannen bayra­mını kutlayacak." davetiyle emaneti aile­nin en küçüğüne devrediyorlardı.

Büroyu tatil etmemiş, sırtlayıp getir­mişlerdi adeta...

Evlerinde internet bağlantılı dizüstü bilgisayarları, bütün kanalları çeken uy­du antenleri, "ne olur ne olmaz" diye yanlarına aldıkları takım elbiseleri de olduğundan emindim.

Emindim; çünkü bir süre öncesine ka­dar ben de onlardan biriydim.

En güzel tatil sabahlarına, günün gaze­telerini alabileceğim bir bayi aramakla başlar, bulamazsam konu komşuya sırnaşırdım.

İşkoliktim. Çalışmadığım her dakika kendimi kötü hissediyordum. Denize dalsam yazı konusu çıkarıyor, bir müze gezsem belgesel kokusu alıyor, kumsal­da güzel bir kadın görsem tv kadrajına oturtmaya çalışıyordum. Kulağım her daim telefondaydı. Diz üstü bilgisayarım şımarık bir çocuk gibi dizimden inmezdi.

Geceleri insanlar sahilleri gezerdi, ben TV kanallarını...

Sonra tedavi oldum.

"Tembel hakları evrensel beyanname­sini" okudum. Yan gelip yatmanın en te­mel insan haklarından olduğunu, hiç kimsenin isteği dışında çalışmaya zorlanamayacağını öğrendim.

Ütopyalar insanlara daha az çalışma, daha çok boş zaman vaad ediyorlardı.

O halde hedef buydu: Tembellikten arta kalan boş zamanları çalışmaya ayır­mak, "Niye hiç çalışmıyorsun?" sorularını da "Hiç boş vaktim olmuyor ki" diye ya­nıtlamak...

Doğrusu bahar, bu tedavi sürecinde en etkili ilacım oldu.

Orhan Veli'yi evkaftaki memuriyetin­den eden havalarla iyileştim.

Bir nisan melteminde, "Ne olacak bu memleketin hali?" sorularıyla memleketi ve çevreyi bunaltmak yerine, kuytuda bir hamağa kurulup güneşle halvet olma­nın, kulağımı uyanan toprağın sesine, burnumu rüzgarın nefesine verip bahar­la kadeh tokuşturmanın tadını keşfettim. Her bahar yenileniyordu insanoğlu; bir başka deyişle, "Bir nisan bir insan"dı.

İşte bunu öğrendiğim için tatilde eski hastalığımın pençesinde can çekişenleri görünce yanlarına gitmek, cep telefonlarını anteninden tuttuğum gibi denize at­mak ve sonra onları şaşkın bakan gözle­rinden öperek, "Üzülme yavrucuğum" demek istedim, "İyileşeceksin. Gör bak, onlarsız kendini daha iyi hissedeceksin."

Yazıya, tembellerce "Düzeltilmiş" bir La Fontaine masalıyla son verelim:

Karınca yine deli gibi çalışmış o yaz; dere tepe gezip kış için yiyecek depolamış. Ağustos böceği ise yine dalgasını geçip şarkılar söyleyerek çiçek çiçek ge­zip eğlenceye vurmuş kendini... Sonra kış gelmiş. Karınca tam biriktirdiklerini yemeye koyulmuş ki kapı çalmış: İki dir­hem bir çekirdek Ağustos böceği... ba­şında şapka, elinde bavul... "Hayrola" di­ye sormuş karınca... "Paris'e tatile gidi­yorum, bir isteğin var mı?" diye sormuş bizimki... Karınca öfkeyle, 'Tek bir ricam var" demiş, "Söyle o La Fontaine denen madrabaza, bir daha öyle poposundan masal uydurmasın..."

Etiketler: ,

24 Ağustos 2010 Salı

İyi bir yıl...





Seyredeli çok oluyor fakat ara ara hep aklıma geliyor. Çünkü filmde anlatılana o kadar benzer bir hayat yaşıyorum ki anımsamamak imkansız.

Benzer derken yanlış anlaşılmasın. İnsanlar birbirine daha saygılı, kimse diğerinin altındaki koltuğu çekmiyor. İlişkiler insani. İş arkadaşı diyoruz ama dışarıda da görüşüyoruz ve birbirlerimizin hayatlarına dokunuyor, haberdar oluyoruz. Çok şükür...

Geçen gün mutfakta öğle arası kahve içerken gelen arkadaşım öyle imrenerek baktı ve uzun zamandır böyle keyifli aralar vermediğini söyledi ki film yine aklıma geldi.

Evet benzer yönler var çünkü ülkeler farklı olsa da finans sektörünün işleyişi sanıyorum çoğu yerde aynı.

Evet mola veremiyoruz, zaruri ihtiyaçları bile elden geldiğince erteliyoruz. Benim için geçerli değil çünkü ben müşteriye işlem yapmıyorum ama etrafım saniye kaçırmamaya gayret eden insanlarla dolu.

Arkadaşım alelacele içeceğini alıp gittikten sonra düşündüm nereye kadar?

Hani birkaç sene bu kadar sıkıntılı bir iş yaparsın bilirsin ki sonra tüm hayatı geçirecek kadar kazanç elde etmişsin ve ömrünü istediğin bir yerde, istediğin insanlarla geçirecek ve bu yorgun, gergin günleri çok uzak anılar olarak istersen hatırlayacaksın.

Bu soruyu onlara sorsam kimsenin sağlıklı bir tahmini olduğunu sanmıyorum.

Filmin sonunda Max Skinner hayatının tercihini bence çok güzel yapıyor. Amcasından kalan üzüm bağlarında, meyveyi sihirli bir içecek olan şaraba dönüştürerek, sevdikleriyle beraber yaşayarak o hengamenin çok dışında kalıyor.

Benim hayalimde buna benziyor. Birkaç farkla tabii ki...

Bende bu işi öyle çok uzun yıllar yapmaya niyetli değilim. En sevdiğim iş olan kek-kurabiye yapmaya adayacağım kendimi. Henüz dükkanın adı ve yeri belli değil ama gözümü kapattığımda canlanan bir mekan var. Sabahtan akşama kadar canım ne isterse onu pişireceğim ve o kadarını müşterilere sunacağım. Diyelim ki havuçlu kek yapmışım sadece bir tane. Bitti mi, bitti. Yarın buyurun diyeceğim. Yani amaç gönlümü eğlendirmek olacak. Sonra kalan vakitte akşama sevdiklerime ikram edeceklerimi pişirmek için işe koyulacağım. Akşam iş çıkışı sevdiğim insanlar gündüz sipariş verdikleri yemekleri yerken bende onlarla keyifli, elimde bir kadeh şarapla koyu sohbetlere dalacağım.

Burada yapmam gereken hayalimi daima canlı tutmak. Bilirim ki ne istesem kolaylıkla olur. Bu da olacak.

Eğer sizinde bir hayaliniz varsa, gerçekleştirmek için aşka gelmeye ihtiyaç duyuyorsanız bu filmi mutlaka izleyin. Hem de bir kez değil!

Filmden kısaca bahsedersek; Max Skinner, Londra borsasında spekülasyonlar yaparak büyük paralar kazanmaktadır. Max için en önemli şey kazanmaktır ve hayatta başka hiçbir şeyin kıymeti yoktur. Fransa'da yaşayan amcasının öldüğüne dair üzücü bir haber alır. Max bir yandan amcasıyla dolu çocukluk hatıralarını anımsarken bir yandan da şatoda geçecek bir hayatın nasıl olacağı konusunda araştırmalar yapmaktadır. Max bu inanılmaz güzellikteki şatodan yeni bir kazanç sağlamayı düşünürken hiç hesapta olmayan ve daha önce tanımadığı bir akrabası çıkagelir... Kaliforniya'lı bir kız olan Christie Roberts amcasının gayri meşru kızı olduğunu iddia etmektedir... Bir yandan şatonun gizli zenginliklerini ondan uzak tutmaya çalışan Max diğer yandan Provence'in yerlisi olan güzel bir kıza gönlünü kaptırır. Aşk şarap kadar lezzetli ve şarap kadar hızlı kana karışmaktadır...

Etiketler: , , , , , ,

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Eylül Akşamı...



Hiçbir neden yokken,
Ya da biz bilmezken tepemiz atmış ve konuşmuşuzdur...
Onca neden varken ve tam sırası gelmişken hiçbir şey yapmamış ve susmuşuzdur...

Aynı anda aynı sessiz geceye doğru içim sıkılıyor demişizdir
Aynı sabaha uyanırken kimbilir aynı düşü görmüşüzdür
Olamaz mı?
Olabilir.

Onca yıl sen burada
Onca yıl ben burada
Yollarımız hiç kesişmemiş
Şu eylül akşamı dışında

Belki benim kağıt param, bir şekilde, döne dolaşa senin cebine girmiştir
Belki aynı posta kutusuna, değişik zamanlarda da olsa, birkaç mektup atmışızdır

Ayın karpuz dilimi gibi batışını izlemişizdir deniz kıyısında
Aynı köşeye oturmuşuzdur köhnede belki de birkaç gün arayla

Olamaz mı?
Olabilir.

Onca yıl sen burada
Onca yıl ben burada
Yollarımız hiç kesişmemiş
Şu eylül akşamı dışında.

Bostancı dolmuş kuyruğunda, sen başta ben en sonda öylece beklemişizdir...
Sabah 7:30 vapuruna sen koşa koşa yetişirken, ben yürüdüğümden kaçırmışımdır

Aynı anda başka insanlara, seni seviyorum demişizdir....
Mutlak güven duygusuyla, başımızı başka omuzlara dayamışızdır

Olamaz mı?
Olabilir.

Onca yıl sen burada
Onca yıl ben burada
Yollarımız hiç kesişmemiş
Şu eylül akşamı dışında

Ne diyeyim yılları birlikte geçireceğimiz, yakınımızda olanı kolaylıkla görmeyi, elele tutuşup, birlikte yürümeyi diliyorum hepimiz için...

Her an keyifle geçsin, iyi ki yanımda dedirtsin...

Etiketler: , , ,

29 Haziran 2010 Salı

Çok istersen...



Çok istersen olur bilirim.

Bazen benim istediğim zamanla olduğu zaman uyuşmaz ama olsun.

Yıllardır bu çay tabaklarını arkadaşım Nihal'den istiyordum. Sağolsun o da hep vermeye niyetliydi fakat bir şekilde hep unutuyordu.

Geçen gün kendisini ziyaret ettiğimde tekrar hatırlattım.Hemen yerinden kalktı ve paketledi. Artık bendeler.

Bu arada işin enteresan tarafı çok istediğimi bilen başka bir arkadaşım geçen sene Çeşme'ye gittiğinde bu tabaklara benzediğini hatırladığım bir düzine hediye etmişti.

Nihal'den gelenlerle Melisa'dan gelenler bu pazar günü buluşunca bir baktım ki aynılar.

Nasıl mutluyum. 18 tane aynı çay tabağına sahibim şu anda.

Herkese, her şeye teşekkürler.

Etiketler: , , ,

20 Nisan 2010 Salı

Gerçekten istemek...

Geçen hafta okuduğum kitabın bir bölümünde gerçekleşmesini istediklerimizi nasıl isteyeceğimizin yöntemi anlatılıyordu. (Kitap Evrenden Torpilim Var-Aykut Oğut)

O kadar basit anlatılıyordu ki paylaşmak istedim. Diyordu ki Aykut Bey; Hiç internetten sipariş verdiniz mi? Tabii ki vermişsinizdir. Siparişi verip, ödemeyi yaptıktan sonra hiç siparişim gelmezse, ya yolda kırılırsa, ya da şöyle-böyle diyor musunuz? Demiyorsunuz.

O zaman neden gönülden istediğiniz bir şeyde ya şöyle olursa ya olmazsa diye olumsuz fikirleri ard-arda diziyorsunuz?

Hadi düşünelim bakalım!

Önce basit, olması kolay (gerçekten kolay) bir şey istemekle başlayalım. Üzerinde kafa yormayalım.

Sonra bırakalım gerçekleşsin.

Etiketler: ,